Kar, şehrin üzerini örttüğünde
tüm mikropları kırar. Kar, tüm çirkin binaların çirkin çatılarını güzel bir
resim gibi boyar ve tüm uykusu kaçıkları sıcak yorganlara sıkıca sarar. Ve kar,
yağmıyor hala şehrime Lalin. Huysuzluğumun sebebi budur belki...
Şu kirli şehrin
saçak altlarında, yüzümdeki boyayı akıtacak herhangi bir yağmur damlasından
ölümüne kaçıyorum. Ben hala tekilleşmenin, ötekileşmenin, grileşmenin göbeğinde
öylece kaşınıp duruyorum... Ve düşünüyorum. Kışların kış gibi olduğu zamanlarda
sen; annemle uyumak gibi sıcaktın Lalin. Huzursuz gecelerin ayaklarını ısıtır gibi...
Ya da olur olmaz Bir gece yarısı, sarhoş bir kavganın ortasından geçerken ben,
ellerim cebimde tutunduğum cesarettin sen. Bağcıklarımı bağlarken dahi
eğilmediğim, yanarken dahi dökülmediğim sendin. Hani ağlayacak olsam,
yaslanacağım tek ağaç... Şimdiyse mevsimler isyanda ve doğanın kafası epey
karışık. Kavgalara yetecek mertlik kalmadı sokaklarda ve usulca yaslanabilmek
için ağaç da bırakmadılar parklarda Lalin!
Gücün savaşından savaşın gücüne
transit geçişte, dünya gündemi daima yoğun. Öfke nöbetleri ve paranın saltanatı
kapalı gişe. Bu vakit, şairin ayağına çelme takıyor seziyorum. Kapitalizm şiiri
vuruyor yumuşak karnından. Kuşların uygarlığını delen jet uçakları gibi. Üç
ayaklı sandalyesinde ömrün, güncel sancılar biriktirdiğimiz kalbimizse çoktan
kırık. Ve biliyorum ki sen de şimdi; Terini parayla
değiştirdiğin, kalbini mantığınla değiştirdiğin, huzurunu hırsla değiştirdiğin
zamanların ortasındasın. Şehrin grisi sokakların damarına işlemişken bu
kargaşada biraz daha kaybolmak için durmadan yola devam etmektesin.
Zor iş biliyorum, göğsünü ayazdan korurken burkmamak kalbi. Zor iş yara almamak uğruna bin telaş diktiğin zırhın içinden nefes alabilmek. Hakkın var, gerçek meziyet bu; delirmemiş saymak kendini, üstelik ana haber bültenlerinin sesi de hala açıkken!
Zor iş biliyorum, göğsünü ayazdan korurken burkmamak kalbi. Zor iş yara almamak uğruna bin telaş diktiğin zırhın içinden nefes alabilmek. Hakkın var, gerçek meziyet bu; delirmemiş saymak kendini, üstelik ana haber bültenlerinin sesi de hala açıkken!
Delirmeden kalabilmenin vicdan
yükünü kimse sormaz. Ama yine de tüm bunlar olup biterken delirmemek mümkün mü
sahiden Lalin? Aşk yarasını kurşundaki kanla kıyaslamak elbette mertliğe
sığmaz.
Ama yine de ölen var mıymış aşktan sahiden Lalin?
Ama yine de ölen var mıymış aşktan sahiden Lalin?
Tüm bunları düşünüp
durmak da dikenli telden geçmek gibi. Hazırlıklıyımdır üstelik dikenli tellere,
içimdeki deliden. Fakat yoruldum. Dinlenmek için oturduğum her bankta dahi
yanımdan geçip giden her şeyi kaçırmış olma fikrinden!
Lalin; Vicdan felci, insanlık
özrü bu dünya. Ve ben tamamen, oldu bittiye gelmiş kötü sonlu bu masalda, garip bir salgının habercisi gibiyim.Hangi
dili kaç kez tavaf etsem de kelime manasından razı olsa? Hangi denizi aşsam
hangi yangını söndürsem de aklım yatağında huzur bulsa? Kendisine benzemeyeni
kıyamet günü gibi kovuyor gerçeğinden bu dünya. Ve senden sonra ben de sanki bir genetik deneye kurban gitmiş gibiyim. Metafizik
bir kurgunun içinde korkunç şeylere benzeyip durmaktayım Lalin!
Hayatın nasıl deri
değiştirdiğini, tüllerin ardından göğü izler gibi ürkekçe izliyorum. Günlerdir Bulutlar bir sobaya elini yaslamış gibi yavaşça su topluyor.
Kirpiklerimde birikiyor, azı dişimde ağrıyor bu asimetrik kurgu. Ve ne
kadar uğraşsam da boş. Kafamdaki idea’l evrene paralel değil dünya.
Senin döndüğün yola ben belki
anca gidiyorum Lalin. Gecikmek değil bu, kaybolmak de istersen. Meridyenler
aramıza dakikalar koyuyorken, mektuplar yazıyorum sana, bürokrasi aramıza
adresler diziyor. Adresler uzadıkça kamburlaşıyor hafıza. Yine de yürüdüğün
yolların güzergahı, hala bir kaçış planı gibi vücuduma işli. Sen; dev
hapishanelerin arasında, hala göğü görebildiğim yegane boşluk.Ya da yanan bir
eve girmek ve kurtarmak gibi, eski bir bavulda çürüyen fotoğrafları. Ve tekrar
tekrar sever gibi fotoğraflardaki aynı soluk kareyi.
Biliyorum; senin merdivenlerinden
koşarak her inişimde burktuğum bileklerin hesabını tutmadım hiç. Saymadım da,
kaç damla kan tükürdüğümü, öfkeyi cümleden soyarken. Ama Biliyorum ki sen de
şimdilerde içini hiç doldurmayacağın kumbaralar edinmektesin benim gibi. Beton
kutuların içinde biliyorum ki sen de manzara kesilmiş vaziyettesin bir çocukluk
düşüne. Aldığın kitaplar rafta seni bekliyor. Beğendiğin gömleğe sığacak
cesaretin de yok üstelik. Ne güzel filmler ne oyunlar var izlenecek, hepsi
aklında. Hepsi aklında. Aklın hepsindeyken sen bir başkasının aklındaki labirentte
sürekli dönüp durmaktasın. Biliyorum vaktin yok. Zamanın
nasıl hızla geçtiğini tartışacak kadar bile. Ayakların imlası bozuk
cümleler gibi kaldırım taşlarını ezberlerken, aslına bakarsan taksiye kadar
yürüdüğün o beş dakikaya bile tahammülün yok. Ve Kışın ortasındasın ve lanet
olsun ki senin şehrinde de hala bir damla kar yok! Huzursuzluğunu hala
ağlayabiliyor musun Lalin? Ve hissedebiliyor musun ki hala ellerinde aklımın
ipleri?
Bir kasedi kurşun kalemle sarar
gibi sevmiştim ben seni, bir şarkıyı başa alır gibi, hatırla. Olur olmadık bir
gecede, bir sokağın ortasında, aniden gök gürültüsü gibi. O an dramatik bir
şimşek bekliyor insan. -Kulaklarını dikiyor kediler, karıncalar temkinli
filan.- Sinapslar üzerinde koşan siyah
atlar gibi, bir ağacın köklerini balık sırtı örer gibi -şiire benzeyen bir şey
gibi- ellerimle boşluğun karnını keser gibi sevmiştim. Şimdiyse aramızda
sokaklar, kaldırım taşları, evsiz kuşlar, karıştırılan çaylar ve huysuz kediler var
Lalin. Kentler gri, gökyüzü parçalı bulutlu hepten. Şimdi daha iyi anlıyorum,
gülmediğin her dakika yoksul, boynuma sarılmadığın her an, muhtemel trombozmuş!
Şimdi kamu malına zarar vermek,
kendimi öldürmekten kolay. Ondandır duvarlara yazıyorum, şiirler boyu, sözler
dolusu. Öfke nöbetinden ayılıp yüzüme su çarpar gibi, özlediğim anlarda sustuğum
yerlerin altını çiziyorum. Tuhaf rüyalar düşündürüyorsun bana Lalin. En çok da
seni kırdığım zamanları düşündürüyorsun. Ki böyle zamanlarda zihnimde bir adam
idam sehpasını ha bire tekmeliyor. Kentler anısızlığa dönüşüyorken, damarımdan
geçip bıraktığın sızıya vazolar kırılıyor. Olan biteni daha nasıl anlatsam,
hangi dilin kalbi kırılır, hangi şair küser bilemeden. Bu nasıl bir günah bu
nasıl bir cinayet? Gözlerindeki perdeyi kendi yüzüme kapatırcasına kesiyorum
sözü sütten. Handel’in Sarabande’si gibi tekrar tekrar, her seferinde farklı bir
yolu seçip aynı eve varır gibi. Her seferinde daha keskin, daha düz, daha
parlak görünen bir felaketi öylece durup izler gibi. Foucault
görse, delilik derdi buna. Bense sadece sevda,Lalin.
Ben seni sevdiğim sıra, Budha oturduğu yerden kalkardı. Musa ayırdığı denizin tam orta yerinde durur, sularla örterdi üstünü. Van gogh görse öteki kulağını keserdi, Beethoven bu çığlığı kesin duyardı, Nietzsche Salome’a diz çöker, Dante Beatrice’e merhaba der, Hendrix terinden aşınmış gitarını tek seferde duvara çarpardı.
Unutma bunları Lalin, Unutma hep hatırla!
Al şimdi
karbonumdan 900 kurşun kalem yap yahut bırak şiirler kusayım sokaklara.
Biliyorsun, tüm ruhların şiire ihtiyacı var.
Maskesini çıkarmış her
yüzün, yumuşak ellerle sarılmaya ihtiyacı var.
Ellerini kendi kanıyla yıkamaya doymamış her kadın ve her adam gibi, benim de şimdi kirli ellerimden öpülmeye ihtiyacım var.
Aklımın içinde ellerini bağladığım o çocuğun rüyasından, o rüyanın canavar posasından çıkmaya ihtiyacım var.
Aklımın içinde ellerini bağladığım o çocuğun rüyasından, o rüyanın canavar posasından çıkmaya ihtiyacım var.
Lalin, unut tüm dediklerimi.
Belki de sadece
bir merhabana ihtiyacım var.
*Masadergi 15. sayıda yayımlanmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder
Teşekkürler!